Ölüm de yaşama dair: Senden sonra Ben diyerek başlıyorum bu yazıya ve bu konuda yazılan bence en güzel şiire geçmeden önce biliyorum ki bu yazı birçoğumuza tercüman olacak. Ölüm yaşamın en temel gerçeklerinden bir tanesi değil mi zaten. Ama amacım asla can sıkmak falan değil. Sadece biraz bu konuda düşünmek, düşündürmek, yazı aslında en çok kendime.
Belki geçtiğim bu zorlu süreç de sizlerde bana destek vermek istersiniz. Ki bunu çok da isterim zira bazen çok güçlü görünseniz de, çok güçlü olsanız da öyle birini yitirirsiniz ki yaşama nereden nasıl devam edebileceğinizi bilemezsiniz.
“Elim sanata düşer usta
Dilim küfre, yüreğim acıya
Ölüm hep bana
Bana mı düşer usta?”
Refik Durbaş şiirinde böyle diyor.
Gidenlerin Ardından
Bir rivayete göre Allah ölümü dağlara tepelere vermiş ama onlar kabul etmemiş. Oysa insan ölümlü olduğunu bilen bir varlık ama ölüme inanmak kimi zaman o kadar zor geliyor ki, insanlar kendilerini avutmak için kendilerince yollar buluyorlar.
En inanan insanın bile ölümü kabullenebilmesi çok da mümkün değil hem kendi adına, hem de çevresindekiler adına. Bir de sevdiklerinin ani beklenmeye kayıpları var ki, işte insan o zaman için içinden bir türlü çıkamıyor.
Nuri Bilge Ceylan çekmiş olduğu bu fotoğrafta giden bir yakınına mı gönderme yaptı bilinmez ama sonuçta bu fotoğraftan bu izlenim de rahatlıkla çıkarılabilir.
Gidenlerin ardından elimizde kalan bazen bir fotoğraf olur ve biz elimizde o fotoğraf ile ne yapacağımızı bilemeyiz bile.
Gidenlerin ardından yaşama devam etmek kimi zaman hiç de kolay değildir.
Ne Yapmalı? Nasıl Yapmalı?
Ölüm başka hiçbir duyguya benzemez. Ayrılık sevdaya dahildir ama ölüm yaşama dairdir. Ünlü ozan Aşık Veysel ölümü gidiyorum gündüz gece diyerek dile getirir. İki kapılı bir handır yaşam ve sadık yarinin kara toprak olduğunu da bilir.
Ama bazen kişi bunları bilse bile, çakılır kalır. Tutunabileceği bir şey yoktur. Sevdiği yol arkadaşlığı yaptığı, yanında saçmaladığı, aptallaştığı o insan ani bir hastalıkla çeker gider. Kişi sudan çıkmış balığa döner adeta.
Yüreğindeki ateş sönmek bilmemektedir. Etinden et kopmaktadır ki nitekim ben de tam böyle bir süreçten geçiyorum. Nefes almakta zorlanıyorum. Yaşamakta zorlanıyorum. Uyku ile uykusuzluk arasında bir yerde günleri saymadan devam ediyorum.
Bazen çok uzun, bazen çok kısa geliyor anlar. Nerede olduğum çok da önem taşımıyor. Çünkü yoksun. Kime danışacağım, kim beni pamuklara saracak bilmiyorum. Kim beni benden önce duyacak bilmiyorum.
Aptal aptal gülümsemiyorum, insanları çok sevmiyorum, sevemiyorum, sevseler gidecekler gibi geliyorlar. Olmuyor. Kırgınım bu apansız gidişine, kızgınım bu çaresiz hallerime. Öfkeliyim seni çok ama çok sevmeme. Ama bir yerden senin için de yola devam etmek gerekiyor biliyorum.
Seni unutmak istemediğim anlardayım. Ölüm niye bize düştü diye dellendiğim yollardayım. Tam seni unutmaya çalışırken karşıma çıkan bir şarkıda dökülen gözyaşlarım olmanı da haksızlık buluyorum.
Bugün aramızdan ayrılışının 1. ay. İşte buradayım. Hadi çık gelsene diyorum. Yine resim yap bana, yine aniden ara. Ama beni böyle ıssız bırakma.
Ne yapmalı, nasıl yapmalı hala bilmiyorum. Hadi sen söyle. Siz söyleyin, yüreğimdeki mumlar ne zaman sönecek? Ne zaman dinecek bu acı. Biter mi, bitmeli mi?
Ama ne olursa olsun gidenlerin ardından bir son söz söylemek gerekir. Ben sözümü söyledim Sinan.